ANTALYA CITY CENTER çıkışlı turlar
Hiç şüphesiz ki Antalya dünyanın en güzel yeridir
Hiç şüphesiz ki Antalya dünyanın en güzel yeridir
Antalya'yı üç kez ziyaret eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 6 Mart 1930'daki ilk ziyareti sırasında Lara'dan denizi, sahilleri, karla kaplı Toros dağlarını'nın manzarasını seyretmiş ve “Hiç şüphesiz ki Antalya dünyanın en güzel yeridir.” demiştir.
Antalya'nın tarihi
Aynı adı taşıyan körfezin kuzeybatı ucunda yer alan şehir, Antalya ovasının denize dik yarlarla inen 30 m. yükseklikteki düz zemini üzerinde kurulmuştur. Tabii zenginliklerinin yanı sıra tarihî geçmişi ile de bölgenin önemli bir turistik merkezidir. Şehrin ismi, Bergama Kralı II. Attalos'un adına dayanmaktadır. Antik çağlarda Attaleai adıyla anılan şehir, Atalia Adalia, Ortaçağ Batı kaynaklarında Satalia, Arap ve Türk kaynaklarında ise Antâliyye, Adalya şeklinde geçer.
Tarih. Anadolu'nun en eski yerleşme bölgelerinden biri olan Antalya yöresinin tarihi, insanlığın Anadolu'da görülmeye başladığı çağlara kadar uzanır. Antalya'nın ise bu bölgede tabii bir deniz üssü arayan Bergama Kralı II. Attalos tarafından eski bir şehrin bulunduğu yerde yeniden kurulduğu kabul edilir. II. Attalos'un burada bir şehir kurmak zorunda kalması, bölgenin en gelişmiş şehirlerinden olan ve Antalya'nın doğusunda bulunan Side'nin (Arap ve bazı Osmanlı kaynaklarında Eski Antalya) Roma hâkimiyetinde olmasına bağlanır. Milâttan önce I. yüzyıl başlarında Bergama Krallığı toprakları Romalılar'a geçince Antalya ve civarındaki limanların çoğu korsanların (Pamphylia korsanları) nüfuzu altına girdi. Bölgeyi korsanlardan temizleyen Roma Konsülü P. Servilius şehirde Roma hâkimiyetini sağladı ve surları tahkim ettirdi (m.ö. 79). Roma idaresinde Antalya giderek gelişti ve önemli bir ticaret merkezi haline geldi. Bizans hâkimiyeti döneminde de Akdeniz'in faal bir limanı olma özelliğini sürdürdü. Hatta bu özelliği sebebiyle daha VII. yüzyıldan itibaren Arap akınlarına uğradı.
860'ta, Halife Mütevekkil'in donanma kumandanı Fazl b. Kārin şehri ele geçirdi. Ancak bu hâkimiyet uzun sürmedi. Türkler'in Anadolu'ya fethi sırasında Süleyman Şah burayı aldı ve şehir 1103'e kadar Selçuklular'ın hâkimiyetinde kaldı. 1103'te Bizans İmparatoru Alexis Komnenos'un kuvvetleri tarafından geri alındı. Bundan sonra Bizans ve Türkler arasında birkaç defa el değiştirdi. 1120'de Ioannes Komnenos burayı tekrar Bizans hâkimiyeti altına aldı. Bu sıralarda şehir önemli bir ithalât ve ihracat limanı durumunda olup Avrupa ve Mısır ticaret gemilerinin uğrak noktasıydı. Bu sebeple Antalya'da Bizans hâkimiyeti döneminde de bir müslüman tüccar kolonisi mevcuttu. II. Haçlı Seferi sırasında bir müddet Haçlı kuvvetlerine üs vazifesi gördü (1148). 1181'de II. Kılıcarslan'ın bu önemli ticaret merkezini geri alma teşebbüsü başarılı olamadı. Latinler'in İstanbul'u zaptından sonra Bizans İmparatorluğu taksim edilince bu sefer Aldobrandini adlı bir İtalyan'ın eline geçti. Ardından I. Gıyâseddin Keyhusrev kaleyi kuşattı ise de Kıbrıs'tan yardım gelmesi yüzünden burayı zaptedemedi, ancak abluka altına aldı. Nihayet 5 Mart 1207'de Latin idaresinden memnun olmayan Rumlar'ın da desteği ile fethi gerçekleştirdi. Mübârizüddin Ertokuş'u valiliğe ve subaşılığa getirdiği gibi şehre bir kadı, imam, müezzin, hatip tayin etti; ayrıca kalenin surlarını onarttı ve bir de mescid yaptırdı.
"Uç, hudut şehri" anlamında Dârü's-sagr unvanını taşıyan Antalya'nın bu defaki zaptı, buraya yavaş yavaş bir Türk-İslâm şehri hüviyeti kazandırmaya başladı; ayrıca iktisadî ve ticarî gelişmeye de yol açtı. Kıbrıslı Latinler'le yapılan ticaret antlaşması bu gelişmede önemli rol oynadı. Ayrıca Antalya Limanı Selçuklu deniz kuvvetleri için de önemli bir üs durumuna geldi. Ancak bir süre sonra Kıbrıs kralının da desteği ile şehirdeki yerli hıristiyan ahalinin çıkardığı isyan sonucu Antalya 1212'de Kıbrıslılar'ın eline geçti; fakat 22 Ocak 1216'da İzzeddin Keykâvus tarafından yeniden fethedilerek valiliği tekrar Mübârizüddin Ertokuş'a verildi. Kale onarıldı, birtakım iktisadî tedbirler alındı, eski rıhtım ve mendirekler tamir edildiği gibi bir de tersane kuruldu. Böylece şehir aynı zamanda Selçuklular'ın Akdeniz donanmasının merkezi oldu ve buradaki valiler de "melikü's-sevâhil", "emîrü's-sevâhil" olarak anıldılar. Hatta bu lakap, daha sonra buraya hâkim olan Tekeoğulları'nın beyleri için de kullanıldı.
Antalya ve civarı, Selçuklu Devleti'nin zayıflaması üzerine Isparta ve Teke bölgesine hâkim olan Hamîdoğulları'nın eline geçti. Ebü'l-Fidâ'nın kaydettiğine göre, Hamîd Türkmenleri'nin beyi Feleküddin Dündar Bey, gezmek için kale dışına çıkan Antalya hâkiminin esir düşmesi üzerine şehri zaptetmişti. Dündar Bey daha sonra Antalya'yı kardeşi Yûnus Bey'e verdi ve böylece Hamîdoğulları'nın Teke kolu ortaya çıkmış oldu. Yûnus Bey'den sonra oğlu Mahmud Bey Antalya'da hüküm sürmeye başladı.
Mahmud Bey, 1324'te İlhanlılar'ın Anadolu valisi Demirtaş'ın önünden kaçan ve Antalya'ya sığınan amcası Dündar'ı Moğollar'a teslim ederek ölümüne sebep oldu. Ancak üç yıl sonra Demirtaş Mısır'a iltica edince, onunla iş birliği yapan Mahmud Memlük sultanına sığınmak zorunda kaldı. Antalya bu defa Mahmud'un kardeşi İstanoz (Korkud-ili) Emîri Hızır Bey'in eline geçti. Bu arada İbn Battûta 1332'de Antalya'ya gelerek o sırada hasta olan Hızır Bey'i ziyaret etmişti. Daha sonra Antalya'ya sahip olan Mübârizüddin Mehmed Bey, Kıbrıslı Latinler'le amansız bir mücadeleye girişti. Bunun üzerine Kıbrıs Kralı Pierre, 24 Ağustos 1361'de şehri ele geçirerek Tekeoğulları'nı geriye çekilmeye mecbur etti. Mehmed Bey'in Antalya'yı tekrar ele geçirme teşebbüsleri uzun mücadeleler sonunda başarıya ulaştı ve 14 Mayıs 1373'te buraya yeniden hâkim oldu. Osmanlı kaynaklarında Teke Bey olarak geçen Mehmed Bey'den sonra bir müddet daha Tekeoğulları'nın hâkimiyetinde kalan şehir, nihayet Yıldırım Bayezid tarafından zaptedilerek muhafızlığı Fîruz Bey'e verildi. Ankara Savaşı'ndan (1402) sonra eski Antalya hâkimi Mehmed Bey'in oğlu Osman Çelebi, Karamanlılar'ın yardımıyla burayı tekrar ele geçirmek istediyse de Osmanlılar'ın Teke Karahisarı subaşısı Hamza tarafından yakalanarak öldürüldü (Ocak 1423). Bundan sonra Antalya ve merkezi olduğu Teke-ili'nde Osmanlı hâkimiyeti kesin olarak sağlandı.
Osmanlı döneminde Antalya son bir defa daha yabancı saldırısına uğradı. Uzun Hasan'a yardım maksadıyla hazırlanan, ancak gerçek hedeflerinin Osmanlı ticaretine darbe vurmak olduğu anlaşılan bir Haçlı donanması, 1472'de Antalya üzerine yönelerek burayı kuşattı. Limanı koruyan zincir kırıldı, şehrin dış mahalleleri yakıldı ve eşya depolarındaki baharat ve kıymetli kumaşlar yağmalandı; ancak surlar aşılamadı ve Haçlı donanması geri dönmek zorunda kaldı.
Osmanlı hâkimiyeti döneminde Teke-ili adlı sancağın merkezi olan Antalya'da Osmanlı hânedanına mensup şehzadeler de idareci olarak bulundular. Nitekim Yıldırım Bayezid Teke-ili'ni oğlu Îsâ Çelebi'ye vermişti. Ayrıca II. Bayezid'in oğlu Korkut, Teke sancağı beyi olarak 1502'den 1509'a kadar Antalya'da oturmuş ve saltanat mücadelesini buradan sürdürmüştü. Bu mücadele esnasında bir ara Mısır'a geçmiş, ancak daha sonra yeniden Antalya'ya dönmüş, tam bu sıralarda Teke bölgesinde patlak veren Şahkulu Baba Tekeli İsyanı ile uğraşmak zorunda kalmıştı. Şahkulu İsyanı Teke-ili bölgesinde, dolayısıyla Antalya yöresinde büyük tahribata yol açtı. Kıbrıs harekâtı sırasında, 19 Haziran 1570'te Kaptanıderyâ Piyâle Paşa ve Lala Mustafa Paşa birkaç parça gemi ile buraya gelerek asker sevki için Antalya İskelesi'nin müsait olup olmadığını kontrol ettiler (BA, KK, Ruus, nr. 221, vr. 3b). Kıbrıs'ın fethinden sonra ise Osmanlılar'a karşı koyan Kıbrıslı hıristiyanların 300 kadarı adadan sürülerek Antalya'ya iskân edildi. XVII. yüzyılın ortalarında devletin içinde bulunduğu karışık durumdan faydalanmak isteyen ve Abaza Hasan Paşa isyanını fırsat bilen mutasarrıf Körbey Mustafa Paşa'nın isyanı şehri de etkisi altına aldı. İsyanı bastırmak üzere Antalya'ya karadan ve denizden kuvvetler sevkedildi. Nihayet Körbey Mustafa'nın Antalya halkı tarafından hükümet kuvvetlerine teslim edilmesiyle isyan bastırılmış oldu (1659). Bundan sonra XIX. yüzyıl başlarına kadar şehirde önemli bir hadise meydana gelmedi. Ancak II. Mahmud döneminde, daha önce öldürülen Kadı Abdurrahman Paşa'nın mallarını geri vermeyen mütesellim* İbrâhim Bey'in Antalya Kalesi'ne kapanması üzerine buraya kuvvetler sevkedildi. Antalya denizden ve karadan kuşatıldı, sonunda şehre girilerek İbrâhim Bey yakalanıp öldürüldü. Şehir ve civarı 29 Nisan 1919'da Mondros Mütarekesi uyarınca İtalyanlar tarafından işgal edildi. İki yıl kadar süren bu işgal, 1 Haziran 1921'de İtalyanlar'ın şehri boşaltmaya başlamasıyla sona erdi. Antalya Cumhuriyet döneminde aynı adlı ilin merkezi oldu.
Ekonomi, Nüfus, Fizikî ve Kültürel Yapı. Antalya Bizans döneminde Batı'ya açık bir liman durumundaydı ve bilhassa Venedikli tüccarlar burada faaliyet gösteriyorlardı. Hatta Venedikliler Selçuklu hâkimiyeti sırasında da hiçbir güçlükle karşılaşmadan ticarî faaliyetlerini sürdürmekteydiler. Onların ilgisini buraya çeken husus, Mısır ile Antalya arasındaki ticarî trafiğin yoğun olması idi. Gerçekten eski çağlardan beri Mısır ile olan ticaret çok canlıydı. Mısır'dan baharat, keten, şeker gibi maddeler Antalya'ya geliyor, oradan da meşe palamudu, kitre zamkı, şap, kereste, zift gibi sanayi malları dışarıya gönderiliyordu. Ayrıca Batı ile olan ticaret dolayısıyla Antalya pazarlarında Avrupa malı kumaşlar da bulunuyordu. Bu pazarda özellikle Venedikli ve Cenevizli tâcirler önde geliyordu. Floransalı Bardi ailesi, ticaret maksadıyla limana gönderdikleri gemileri için % 2 gümrük vergisi ödüyor, çıkışta ise vergi vermeme imtiyazını elde etmiş bulunuyordu. Buna karşılık Kıbrıslı tüccarlar, hem giriş hem de çıkış için % 2, simsariye olarak da yine % 2 vergi ödemekle mükellef idiler. Selçuklu ve Tekeoğulları döneminde Antalya'nın iktisadî hayatında esnaf kuruluşlarının ve ahîlerin önemli rolleri olmuştur. İbn Battûta buraya geldiğinde kalabalık bir ahî topluluğu ile karşılaşmış ve bir ahî zâviyesinde gecelemişti.
Ancak Bizans idaresindeki Antalya fizikî yönden pek gelişme gösteremedi. Şehir Helenistik dönemde limanı kuşatan ve doğuya doğru uzanan kesimde iken daha sonra güneydoğudaki geniş alan surlarla çevrilerek şehre katıldı. X. yüzyılda ise kara tarafına ikinci bir sur yapılarak şehrin gelişmesi ve yapılaşması sağlandı. Böylece liman ve çevresi bir iç kale durumunda kaldı ve idarecilere ayrıldı. Tersaneyi kuşatan tarafta ikinci bir duvar inşasıyla, tersane arkasındaki Ahî Yûsuf Mescidi merkez olmak üzere bir yerleşme şeridi ortaya çıktı. Selçuklu dönemi Antalya'sı, burayı etraflı şekilde anlatan Arap seyyahların ifadesine göre, etrafı üç kat surlarla çevrili, bağlık bahçelik, mâmur bir şehirdi ve ticaret limanı olması sebebiyle etnik bakımdan karışık bir nüfusa sahipti. Şehirde asıl unsuru meydana getiren Türkler'in yanı sıra Arap tüccarlar, Rumlar, yahudiler ve Avrupalı tüccarlar da bulunuyordu. Bu etnik gruplar, duvarlarla çevrilmiş birbirlerinden ayrı mahallelerde oturuyorlardı. Dış mahallelerin birinde, muhtemelen şehrin kuzey kesiminde yabancı tüccarlar ikamet ediyor ve bunların bulundukları mahalleye Minâ deniyordu. Şehrin esas kısmında yani limanın güneydoğu, batı ve kuzeydoğusunda Türkler, sur içinde ayrı bir mahallede ise yahudiler bulunuyordu. Güneydoğudaki bölümde Rumlar oturuyor, pazar ve çarşılar Türk kesiminde yer alıyordu.
Selçuklu döneminde surlarla çevrili kapalı bir şehir olan Antalya Osmanlı döneminde fizikî yönden gelişerek sur dışına doğru yayılmaya başladı. Çarşı ve pazarların sur dışında yer alması bu gelişmeyi yönlendirdi. Muharrem 859 (Ocak 1455) tarihli Tahrir Defteri'nde sadece Ahî Kızı, Ahî Yûsuf ve Çoban Ali mescidleri mahalleleri kaydedilen ve diğer mahallelerine yer verilmeyen Antalya'da, bu sıralarda, gelirleri çeşitli vakıflara ait en az 100 dükkân bulunuyordu. Defterde vakfı bulunan eserler arasında, Hacı Balaban Mescidi ve Medresesi, Teke Bey Türbesi, Arap Reis Mescidi, Liman Mescidi, Ahî Yûsuf Mescidi dikkati çeker. Ayrıca şehirde dört zâviye bulunmaktaydı ve bazı kilise vakıfları da yeniden ihya edilmişti (BA, MAD, nr. 14, s. 406-413, 427). XVI. yüzyılın ilk yarısında ise şehirde yirmi iki müslüman, iki gayri müslim mahallesi vardı. Antalya bu sıralarda orta büyüklükte bir şehir durumundaydı. Mevcut yirmi iki müslüman mahallesinin hemen hepsi de bir cami, mescid veya imaretin çevresinde teşekkül etmişti. Şehirde Câmi-i Atîk, Câmi-i Cedîd ve Bali Bey Camii adlarını taşıyan üç cami, on sekiz mescid, bir imaret, bir muallimhane, dört hamam vardı. Mahalleler arasında en kalabalık olanları, eski mahallelerden Ahî Yûsuf Mescidi mahallesi, Temürcü Süleyman Mescidi mahallesi, Hacı Balaban Mescidi mahallesi, Mukbil Ağa Mescidi mahallesi, Câmi-i Cedîd ve Atîk mahalleleri, Baba Doğan Mescidi mahallesi, Bali Bey Camii mahallesi idi. Ayrıca Karatay Mescidi mahallesi, Halaç Kara Mescidi mahallesi, Limon (Liman) Mescidi mahallesi, Tuzcu Mescidi mahallesi, Ahî Kızı, Çoban Ali mescidleri mahalleleri, Kara Paşa mahallesi ve Hacı İlyas mahallesi diğer önemli mahalleleri teşkil ediyordu. Şehirdeki hıristiyan ve yahudilerin de ayrı mahalleleri bulunuyordu. Bu sırada Antalya'da 2800 dolayında müslüman, 600 kadar da hıristiyan ve yahudi nüfus mevcuttu. Şehirdeki hıristiyanların çoğu kalenin tamiri ve bakımı hizmetiyle yükümlü olup bunun karşılığında her çeşit vergiden muaf tutulmuşlardı (BA, MAD, nr. 257). Ayrıca müstahkem kalesinde 123 muhafız vardı (BA, TD, nr. 166, s. 575-591). XVI. yüzyılın son çeyreğinde ise Antalya sur dışına taşan gelişmiş bir şehir durumundaydı. Nitekim 1588'de şehirde otuz dokuz müslüman, iki gayri müslim mahallesi 4000'i aşkın nüfusu barındırıyordu. Bu nüfusun 3500 kadarını müslümanlar, diğer kısmını ise hıristiyan ve otuz kişiden ibaret yahudiler teşkil ediyordu. En kalabalık mahalleleri XVI. yüzyılın başlarındaki durumlarını koruyorlardı. 1588'de cami sayısı değişmemekle birlikte mescidler yirmi dokuza yükselmiş ve yeni kurulan mahalleler de bu mescidlerin çevresinde yer almıştı.
Antalya Osmanlılar döneminde de ticarî önemini korudu. Antalya Limanı Mısır ve Suriye'den gelen ticaret mallarını Bursa'ya ileten yolun üzerinde önemli bir merkez olma özelliğini XVI. yüzyıl sonlarına kadar devam ettirdi. İskenderiye ve Trablusşam limanlarına gelen Hint malları buralardan Antalya'ya yollanıyor, oradan Batı Anadolu ve İç Anadolu'yu kateden iki yolu takip ederek Bursa'ya ulaşıyordu. Aynı şekilde Anadolu malları yine bu yollarla Mısır ve Suriye, hatta Avrupa ülkelerine gönderiliyordu. XV. yüzyılda, Antalya mukātaa*larını gösteren bir deftere göre, Mısır ve Suriye limanlarından gelen baharat, şeker ve kumaş boyalarına karşılık kereste, demir, zift, Ankara sofları, pamuklu dokumalar, ibrişim gibi Anadolu malları ihraç ediliyordu. 1476-1477'de Antalya İskelesi gümrük gelirleri Finike İskelesi'yle birlikte 450.000 akçeye ulaşıyor, müslüman tüccarlar ile haraçgüzâr* tüccarlarından % 4, haraçgüzâr olmayan yabancı tüccarlardan ise % 5 gümrük resmi alınıyordu (BA, MAD, nr. 7387, s. 86-87). Özellikle Bursalı müslüman tüccarlar bu ticarette önde geliyordu. Bu faal ticaret XVI. yüzyılda da sürdü. Nitekim XVI. yüzyılın başlarında Antalya İskelesi gümrük gelirleri 206.667 akçeye, ihtisab* gelirleri 15.000 akçeye, pazar ve kantar vergileri ise 45.000 akçeye ulaşmış bulunuyordu.
Ancak önce Mısır'ın, ardından da Rodos'un alınması sonucunda Mısır ile İstanbul arasındaki doğrudan ticaret yolunun devreye girmesi, bu faal ticaret yolunun yön değiştirmesine sebep oldu. Fakat yine de Antalya yolu bir süre daha ticarî faaliyetini ve önemini sürdürdü. Nitekim 1560-1561 tarihli Antalya gümrük defterine göre Mısır ve Suriye'den ticarî mal taşıyan gemiler limana yanaşarak şeker, baharat ve esir getiriyorlardı. Ayrıca buradan halı, kilim, kuru meyve, deri, kaşık, pamuklu dokumalar gibi Anadolu malları da ihraç ediliyordu. Bu sırada altmışı aşkın irili ufaklı gemi limana giriş çıkış yapmıştı. Ancak XVI. yüzyılın sonlarında Osmanlı Devleti'nin dünya ticaret yollarının dışında kalması, dolayısıyla Hint ticaret yolunun değişmesi ile Antalya Limanı Hint ticaretindeki eski önemli fonksiyonunu kaybetti.
XVII. yüzyılda Antalya büyük kısmı ile surlar dışına taşmış büyükçe bir şehir durumundaydı. Nitekim Evliya Çelebi burayı, kale içinde dört, dışında ise yirmi dört mahallesi bulunan büyük bir şehir olarak tanıtır. Ayrıca kale içinde 3000 kadar kiremit örtülü evin mevcut olduğunu belirtir ki bu rakamı şehrin tamamı için kabul etmek daha doğru olsa gerektir. Bu rakama göre şehirde 10-15.000 kişinin yaşadığı söylenebilir. Yine Evliya Çelebi'ye göre, 600'ü kale içinde, 500'ü de kale dışında olmak üzere 1100 dükkân mevcuttu. Bu sıralarda şehirde beşi kale içinde olan on bir cami, birçok mescid, yedi medrese, on yedi sıbyan mektebi, yedi tekke, sekiz hamam ve birçok han bulunuyordu. Şehrin müstahkem kalesinden övgüyle bahseden Evliya Çelebi burada 150 müslüman, 150 de gayri müslim muhafızın görev yaptığını, şehir halkının ticaretle uğraştığını, limon, turunç gibi narenciye mahsullerinin çok meşhur olduğunu, limanının mahfuz ve 200 küçük gemi alabilecek kapasitede bulunduğunu belirtir.
Antalya XVIII ve XIX. yüzyıllarda fizikî bakımdan ve nüfus yönünden fazla bir gelişme gösteremedi. 1754'te avârız* tesbiti için yapılan bir tahrir*e göre otuz yedi mahalleli, yaklaşık 10.000 nüfuslu bir şehir durumundaydı. Bu tarihte aralarında Câmi-i Atîk, Karatay, Ahî Kızı, Tuzcular, İskender Çelebi, Hacı Balaban, Câmi-i Cedîd, Makbûl (Mukbil) Ağa, Ahî Yûsuf, Cüllâh Kara, Hatib Süleyman, Baba Doğan adlı mahallelerin de bulunduğu on beş mahallesi sur içinde yer alıyordu. En kalabalıkları Temürcü Kara, Meydan, Şeyh Sinan, Sofular, Takyacı Mustafa, Temürcü Süleyman, Sağır Bey, Bali Bey, Elmalı, Kızıl Saray adlarını taşıyan yirmi iki mahallesi ise sur dışındaydı. Şehirde 1500 kadar gayri müslim nüfus bulunuyor, bunların tamamı kale içindeki mahallelerde oturuyordu. Ayrıca bir kısmı da kale muhafızlığı görevini yapıyordu (BA, Mevkufat Kalemi, nr. 29778, s. 1-18). XIX. yüzyıl başlarında 15.000 olarak tahmin edilen nüfusu bu yüzyılın sonlarına ait tahminlere göre 13.000 ile 25.000 dolayında idi. Bu sıralarda deniz nakliyatı ve ticaretinin yapıldığı şehirde başlıca faaliyet hububat, çeşitli dokumalar, halı, kilim ve kereste ticareti üzerinde idi. Ayrıca Mısır, Suriye sahilleri ile olan ticarî bağ limana giren çıkan gemiler vasıtasıyla devam etmekteydi. XIX. yüzyıl sonlarında limanın faaliyeti daha da arttı, özellikle Avrupa ile olan ticarette artış görüldü. Nitekim 1889-1890'da, bir yıl zarfında limana 1042'si Osmanlılar'a ait olmak üzere 1264 gemi girdi. Yabancı gemiler arasında Yunanlılar ve İngilizler'e ait olanlar başta gelmekteydi. Bu sıralarda, V. Cuinet'ye göre, Antalya'da 2000 öğrenci eğitim görüyor, bir rüşdiye, bir idâdî, bir kız mektebi ve otuz yedi ilkokul bulunuyordu. Ayrıca hıristiyanların da kendilerine ait mektepleri vardı.
Osmanlı idarî teşkilâtında Antalya'nın merkezi olduğu sancak Teke sancağı veya Teke-ili olarak geçmekte ve Anadolu eyaletine bağlı bulunmakta idi. Ancak bazı tarihçilerin burası için Antâliyye sancağı adını da kullandıkları bilinmektedir (Tursun Bey, s. 184). Sancak XVI. yüzyılda Antalya, Finike, Elmalı, Kaş, Karahisâr-ı Teke, Kalkanlu adlı altı kazadan oluşuyordu. XVII. yüzyılda kaza sayısı sekize ulaştı. XVIII. yüzyılda bu durumunu koruyan sancak XIX. yüzyılda yeni kurulan Konya vilâyetine bağlandı. Bu sırada Teke (Antalya), Elmalı, Alâiye, Akseki ve Kaş adlarında beş kazası vardı.
Antalya’da Gezilecek Yerler
Ülkemizin turizm cennetlerinden biri olan Antalya her yıl yaz aylarında nüfusunu neredeyse ikiye katlıyor. Akdeniz’in masmavi ve temiz sularında serinlemek isteyen yerli ve yabancı binlerce turist yaz aylarında şehre akın ediyor. Bu mevsimde Antalya otelleri de adeta dolup taşıyor. Denizi, kumu, güneşi, doğal ve tarihi güzellikleriyle her zevke ve ruh haline hitap eden Antalya’nın yaz aylarında çehresine adeta renk geliyor. İster eğlence mekanlarında sabahlara kadar süren eğlencenin tadını çıkarın isterseniz de sakin bir koya çekilip kafanızı dinleyin. Antalya’nın sıcağından mı bunaldınız? Yönünüzü şelalelere çevirin. Tatilinize biraz kültürel nitelik mi katmak istiyorsunuz? Antik kentler ve tarihi yapıları ziyaret ederek geçmişin kadim hikayelerine kulak verin.
Gezilecek Yerler
Karain Mağarası: Ülkemizdeki doğal oluşumlu mağaraların en büyüklerinden olan Karain, 500 bin yaşında köklü bir doğal varlık. Karain Mağarası Anadolu’nun ve Yakın Doğu’nun tarihi hakkında da oldukça önemli bilgiler veriyor. Tarihi 500 bin yıl öncesine kadar uzanan bu doğa harikasını mutlaka ziyaret etmenizi ve size sunacağı olağanüstü atmosferi solumanızı tavsiye ediyoruz.
Düden Şelalesi: Antalya denince ilk akla gelen yerlerden olan Düden Şelalesi ülkemizin cennet köşelerinden biri. Bunaltıcı Antalya sıcaklarından bir nebze de olsun kurtulmak isteyenlerin ilk duraklarından olan Düden, her daim serinliğini koruyor. Şelalenin etrafındaki mesire alanında ise her türlü ihtiyacınıza cevap verecek tesisler mevcut.
Kurşunlu Şelalesi: 7 farklı minik şelalenin birleşiminden oluşan Kurşunlu Şelalesi, olağanüstü güzelliğiyle görenleri büyülüyor. 2 km uzunluğundaki bir kanyon içerisinde bulunan şelaleyi çepeçevre kuşatmış yemyeşil doğa karşısında tüm dertlerinizi bir çırpıda unutacağınıza garanti veriyoruz. Fotoğraf çekmeyi sevenlerdenseniz bu şelale kadrajınız için enfes pozlar veriyor, bizden söylemesi!
Manavgat Şelalesi: Gerçeğinin fotoğraflarından katbekat güzel olduğu yerlerin başında gelen Manavgat Şelalesi bugün şehrin sembol noktalarından biri haline gelmiş durumda. Yeşil ve mavinin bin bir tonunun uyum içerisinde olduğu bu doğal güzelliği mutlaka yakından görmelisiniz.
Saklıkent Kayak Merkezi: Antalya ülkemizin deniz, kum, güneş üçlüsüyle özdeşleşmiş noktalarından olsa da aslında her mevsimi ayrı güzel nadir şehirlerden. Yolunuz kış aylarında Antalya’ya düşerse Saklıkent Kayak Merkezi sizin için ideal bir yer olabilir. Antalya’nın Toros Dağları’nda kayak yaparak da sıra dışı bir deneyim yaşayabilirsiniz.
Aspendos: Bugüne kadar tek parça gelebilmiş ender antik tiyatrolardan olan Aspendos binlerce yıllık geçmişiyle bugün adeta tarihe tanıklık ediyor. Efsanelerle örülü bir geçmişe sahip olan Aspendos’ta bir yere oturun ve taşların size anlatacağı kadim öykülere kulak verin.
Termessos Antik Kenti: Güllük Dağı Milli Parkı içerisinde bulunan antik kent, Antalya Müzesi’nde bulunan Köpek Lahdi’nin çıkarıldığı yer olarak ünlenmiş. Bir dönem Büyük İskender’in akınlarına direnmesiyle ünlenen Termessos tarihin birçok döneminde bağımsız bir şekilde varlığını sürdürmüş. Termessos Antik Kenti’ni 5 TL gibi bir ücret karşılığında ziyaret edebilirsiniz. Fakat Müzekart sahibiyseniz gezinizi ücretsiz de gerçekleştirebilirsiniz.
Xanthos Antik Kenti: Nefes kesen bir deniz manzarasına ve ince el işçiliğiyle bezeli motiflere sahip olmasıyla diğer antik kentlerden ayrılan Xanthos Antik Kenti 3000 yaşında olmanın vakarıyla ziyaretçilerini karşılıyor. Geçmişinin oldukça eski olmasına karşın ülkemizdeki en sağlam antik kentlerden oluşuyla da dikkat çekiyor.
Arykanda Ören Yeri: İçerisinde Milattan Önce 5. yüzyıla ait buluntuların olduğu Arykanda Ören Yeri’ne girişler için herhangi bir ücret ödemeniz gerekmiyor. Fellows isminde bir araştırmacı tarafından gün yüzüne çıkarılan antik kent uzun yıllar ormanların içerisinde saklı kalmış. Arykanda Ören Yeri’ni saat 08.00’den sonra ziyaret edebilirsiniz.
Side Antik Tiyatrosu: Helenistik dönem ve Roma Dönemi mimarisinin bir karışımı olan bu tarihi yapı 3 katlı gösterişli bir sahneye sahip. İçerisinde çeşitli süslemeler ve heykellerin bulunduğu antik tiyatroyu Müzekart ile ücretsiz bir şekilde gezebilirsiniz. Müzekartınız yoksa girişlerde 15 TL ödemeniz gerekiyor.
Rhodiapolis Antik Kenti: Kumluca’da bulunan antik kenti Rodosluların kurduğu tahmin ediliyor. O dönemlerde kolonileşen ve oldukça etkili bir güç olan Rodosluların hâkim olduğu bu kentin adı ilk kez Hekataios’un kaynaklarında geçmiş. Antik kent içerisinde nekropol, tiyatro, kilise gibi birçok yapının kalıntılarını görmek mümkün. Antik kent ziyaretleri için herhangi bir ücret ödemeniz gerekmiyor.
Selge Antik Kenti: Manavgat ilçesi sınırlarında bulunan antik kent bir dönem Pers hakimiyetine girse de tarihin çoğu döneminde bağımsız bir kent olarak varlığını devam ettirmiş. Milattan Sonra 3. yüzyılda bir restorasyon geçirmiş olan antik kent içerisine stadyum, tiyatro, bazilika gibi yapılar bulunuyor.
Phaselis Antik Kenti: Etrafı surlarla çevrili olan Phaselis Antik Kenti içerisinde oldukça önemli yapılar bulunuyor. Kemer ilçesinde bulunan antik kentin kuruluş tarihi tam olarak bilinmese de Milattan Önce 7. yüzyıl olduğu tahmin ediliyor. Girişlerin 20 TL olduğu antik kenti Müzekart ile ücretsiz gezme imkanına sahipsiniz.
Perge Antik Kenti: Ziyaretçilerini ihtişamlı tiyatrosuyla karşılayan Perge Antik Kenti’nin mimarisi Helenistik dönemden izler taşıyor. Antik kent içerisinde bugüne kadar özenle korunmuş stadyumun yanında ünlü Plancia Magna Lahdi de bulunuyor. Ayrıca kentin giriş kapısı ve surları da kesinlikle görülmeye değer. Girişlerin 25 TL olduğu antik kenti Müzekartınız varsa şayet ücretsiz de gezebilirsiniz.
Kaleiçi: Geçmişi Milattan Önce 4. yüzyıla kadar uzanan Kaleiçi o tarihten bugüne kadar birden çok farklı medeniyetin beşiği olmuş. Zaman içerisinde yıpransa da güzelliği hala yerinde. Limanı, rengarenk şirin evleri, pırıl pırıl denizi ile size yaşam enerjisi verecek Kaleiçi’nin hakikaten kendine has bir havası var. Nostalji sevenlerdenseniz, Kaleiçi’nin eski dükkanları, hanları ve hamamları ile zamanda yolculuğa çıkabilirsiniz.
Antalya Saat Kulesi: Kaleiçi’nin burçlarından birinde bulunan Antalya Saat Kulesi 1901’de Alman imparatoru tarafından II. Abdülhamid’e hediye edilmiş. Kulenin göz alıcı manzarasına karşı çayınızı içtikten sonra her bir detayıyla büyüleyen kulenin mimarisini yakından inceleyebilirsiniz.
Hadrian Kapısı: Yerel halk tarafından Üçkapılar olarak da isimlendirilen Hadrian Kapısı’nın geçmişi oldukça eskiye dayanıyor. Surların üzerinde yer alan yapı Milattan Önce 130’da Roma İmparatoru Hadrianus şerefine yapılmış. O dönemden bugüne albenisinden bir şey kaybetmeyen yapıyı görülecek yerler listenize eklemenizi tavsiye ediyoruz.
Alanya Kalesi: Günümüzde açık hava müzesi olarak adlandırılan Alanya Kalesi bulunduğu konum itibariyle de şehrin cazibe merkezleri arasında yer alıyor. Zamanın tahrip edici eli Alanya Kalesi’ne pek dokunmamış. Hala sapasağlam ayakta olan Alanya Kalesi’nin sur uzunluğu 6 km’den fazla. 140 burca ve 400 sarnıca sahip olan kale Selçuklu mimarisinin en nadide örneklerinden. İstediğiniz zaman ziyaret edebileceğiniz Alanya Kalesi’ne girişler ise 15 TL.
Kesik Minare: Kaleiçi’nin sembol noktalarından olan Kesik Minare aktif olarak kullanılmamasına karşın oldukça fazla ziyaretçiyi ağırlıyor. Şehzade Korkut tarafından camiye dönüştürüldüğü için Şehzade Korkut Camii olarak da isimlendirilmiş. 1974’te çıkan bir yangından dolayı restore edilen bu muhteşem minareyi fotoğraflamadan Antalya gezinizi sonlandırmamalısınız.
Muratpaşa Camii: 1500’lü senelerden bugüne varlığını sürdüren Muratpaşa Camii eşsiz işçilikleri ve özellikle de minberiyle dikkat çekiyor. Muratpaşa ilçesi sınırlarında bulunan cami, tek kelimeyle gezinizin unutulmazlarından olacak.
Yivli Minare: Selçuklu hükümdarı Alaaddin Keykubat tarafından inşa ettirilen yapıya daha sonra eklenen Yivli Minare Antalya içerisindeki İslami yapıların ilk örneklerinden. Dünya çapında da türünün ender örnekleri arasında gösteriliyor.
Hıdırlık Kulesi: Heybetli bir görünüme sahip olan kule bir dönem deniz feneri olarak gemileri gözetleme amacıyla kullanılmış. Silindir bir yapıya sahip olan kule en çok da sağlamlığıyla hayret uyandırıyor.
Likya Yolu: Ülkemizdeki en iyi manzara ödülüne sahip olan Gelidonya Feneri’ne giden yol, eşsiz doğasıyla her göreni kendine hayran bırakıyor. Yeşil ve mavinin uyum içerisinde olduğu Likya Yolu fotoğrafseverler için adeta doğal bir stüdyo. Bunun yanında trekking ya da bisiklet turu yapmak isteyenler tarafından da oldukça rağbet görüyor.
*Bu arada, ilgili kasaba ve şehirlerdeki alışveriş olanakları ve diğer çeşitli seçenekler hakkında bize çok sık sorular gelir. Bu konu çok kapsamlı olduğu için alışveriş, etkinlik, aktivite, yeme-içme ve daha pek çok konuda her türlü bilgiyi bulabileceğiniz 'Insider Club' platformunu kurduk.